Anavatanı Akdeniz olan Nane, özellikle Anadolu ve Mısır’da çok yaygındır. Ülkemizde iklimin uygunluğu nedeniyle hemen hemen her bölgede doğal olarak yetişen nane; karakteristik ve yoğun kokusuyla salatalara, etlere, çorbalara, mezelere yani neredeyse tüm yemek çeşitlerine apayrı bir lezzet katar.
Antik dönemden kalma yazıtlarda nanenin hem mutfaklarda hem de tıpta kullanıldığına dair bilgiler vardır. M.Ö. 1200-600 yıllarında Mısır mezarlarında nane bitkisinin kalıntılarına rastlanmıştır. Romalılar bu bitkiyi arı sokmalarına karşı kullanmış, Yunanlılar ise nane kokusunun gücü simgelediğine inanmış ve nane bitkisini Venüs’e atfetmiştir. Ayrıca yorgunluk gidermek için banyo sularına eklemişlerdir. Ortaçağda nanenin ruhu canlandırdığı ve kötülüklerden arındırdığı düşünüldüğü için cenaze törenlerinde kullanılmıştır.
Bir çok kültürde misafirperverliği sembolize eden nane, Orta Doğu’da hala misafirlere ikram edilen başlıca içecek olmaya devam ediyor ve geri çevrilmesi kabalık olarak kabul ediliyor.
Nanenin ana bileşenleri mentol, menton, mentil asetat, 1,8-cineole, pinene, limoeneden oluşur. Analjezik özelliği ile bilinen mentol, baş ağrısı, iltihaplanma ve kas ağrılara iyi gelir. Menton ise hem analjezik hem de antiseptiktir.
Çay şeklinde demlenen nane sindirimi kolaylaştırır ve stres gidericidir. Alkol sektöründe ise likörü yapılan nane, keskin kokusu ve tadıyla ülkemizde de lokum ya da kahve ile ikram edilen başlıca likör çeşididir. Meşrubat ve kokteyllere bir iki yaprak taze nane katarak sıcak yaz aylarında harika bir ferahlık yakalanabilir. Yaz aylarının vazgeçilmez içeceği olan limonatanın olmazsa olmazı taze nanedir.
Esansiyel yağ olarak da kullanılan nane, lavanta yağının ardından tüm dünyada en fazla talep gören yağ çeşididir. Aromaterapide nefes açıcı, balgam sökücü ve burun yollarında tıkanıklık giderici olarak kullanılır. Enerji verir, hormonları dengeler ve konsantrasyonu arttırır.
Tayvan’da yapılan bir araştırmaya göre ise, yemeklerden 15-30 dakika önce içilen nane yağının, karındaki şişkinliği ve gazı önemli ölçüde azalttığı tespit edilmiştir.
Bunların yanında parfüm ve kozmetik sektöründe, dermatolojide, ağız kokusu ve diş ağrılarını dindirmesi sebebiyle diş macunlarında kullanılır. Ayrıca dondurmalarda ve tütün ürünlerinde de nane kullanımına sıklıkla rastlanır.
BAHARAT
Baharatın tarihi, kullanım alanları ve faydaları gibi bilgilere girmeden önce ‘’baharat nedir?’’ sorusunun cevabıyla başlamak daha doğru olacaktır.
Baharat; bitkilerin tohum, çiçek, çekirdek, meyve, kabuk, kök, yaprak gibi kısımlarının bütün halde veya parçalanarak kurutulması, öğütülmesi ile elde edilen şifalı otlardır. Baharatlar tat, koku ve faydalarına göre teker teker kullanılabildiği gibi pek çok farklı baharat karıştırılarak da kullanılabilir.
Bahar kelimesi Arapça ’da koku anlamına gelir. Baharat ise baharın çoğuludur yani kokular demektir. Bugün Türkçe’ de baharatlar dediğimizde aslında iki kere çoğul eki kullanıyoruz ama bu kelime dilimize böyle yerleşmiş ve benimsenmiştir.
Baharatlar; içerdikleri uçucu yağlar ve alkoloidlerden dolayı bakterisit etkiye sahiptirler. Bu nedenle
eski zamanlarda kolay bozulan et ve balık ürünlerinin korunup saklanmasında kullanılmaya başlanmış fakat kısa sürede yemeklerde yarattığı lezzet ve koku farkının anlaşılmasıyla zengin zümrelerin vazgeçilmezlerinden olmuştur.
Hem çok az miktarda kullanımlarının bile çok etkili olması, hem hafif olması hem de taşıma kolaylığı sağlaması nedenleriyle, antik çağlardan beri dünya pazarlarında neredeyse gümüş kadar kıymetli bir yeri olan baharat; sadece besinleri tatlandırmada değil; sağlık, parfüm, dinsel hayat, büyü ve törenlere de damgasını vurmuştur.
Baharatın tarihçesi insanlık tarihiyle iç içedir diyebiliriz. Antik uygarlıklarda çok sayıda baharatın bilindiği, üretildiği ve çeşitli amaçlarla kullanıldığı bilinmektedir. Baharatlar; Eski Yunan, Sümer, Asur, Mısır, Çin, ve Roma’da sağlık alanında anti bakteriyel özelliği sayesinde hazımsızlık, mide bulantısı ve ağrıları, soğuk algınlığı, yorgunluk, yüksek şeker ve çeşitli hastalıkların tedavi yönteminde şifalı ot olarak kullanılmıştır. Galen ve Hipokrat gibi zamanının en ünlü hekimleri, baharatları ilaç yapımında kullanmışlardı. M.Ö. 400’de tıbbın babası olan Hipokrat; baharat ve ot karışımlarıyla 400’den fazla ilaç yaparak, tıp alanında çok önemli gelişmelerin yaşanmasını sağlamıştı. Mezopotamya’da yapılan arkeolojik çalışmalarda ise; karanfil, safran, hardal, rezene ve kekik gibi baharatlara ait izlere rastlanılmıştır.
Eski zamanlarda altın ve gümüş gibi değerli olan, Baharat Yolu olarak bildiğimiz ticaret yolunun başlıca nedeni olan, hatta baharat ticaretine alternatif yollar bulabilmek için kıtaların ve yeni yolların bile keşfine sebep olan baharatlar bugün de hayatımızda çok önemli bir yer kaplıyor. Osmanlı ve Türk mutfağının da vazgeçilmezlerinden olan çeşniler hayatımızın tadı tuzu olmaya devam ediyor.
KARABİBER:
İnsanlık tarihi boyunca hiçbir gıda baharat kadar etkili olmamıştır. Başta besinleri korumak ve lezzetlendirmek için kullanılan baharat daha sonra tıptan kozmetiğe birçok alanda kullanılmış ve hatta Amerika’nın keşfine bile sebep olmuştur.
Doğu’daki baharatı elde etmek için ucuz bir yol arayışı, coğrafi keşiflere ve hatta Amerika’nın keşfine yol açtı. Macellan, Vasco da Gama ve Bartolomeu Dias gibi kâşifler, baharat kaynaklarına Viyana tekeline takılmadan ulaşmak için uzun deniz yolculuklarına başladı.
Sonunda Vasco da Gama 1498’de Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan yolunu açtı. Kristof Kolomb Batı Hint Adaları’nı, Macellan ise Güney Amerika’yı dolaşarak Doğu Hint Adaları’na vardı. Baharata duyulan istek, Vasco da Gama’nın Afrika’yı dolaşan yeni bir deniz yolu açmasını ve bu olayla hemen hemen eşzamanlı olarak, 1492 yılında Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfini sağladı. Yani Amerika`nın keşfi karabiber sayesinde olmuştur diyebiliriz.
Hepimizin evinin olmazsa olmaz çeşnileri olan tuz ve karabiberliklerin boynu bükük olanı genelde karabiber olsa da; bir zamanlar vergilerin karabiberle ödenebildiğini veya bir şeye pahalı demek için ‘’karabiber gibi pahalı’’ denildiğini bilmek, o boynu bükük karabiberliğe bakış açınızı değiştirebilir.
Karabiber ağacının meyveleri olan kırmızı yuvarlak tohumların kurutulup ufalanmasıyla elde edilen karabiberin kabuğunun dış kısmı etli, iç kısmı serttir. Olgunlaşmadan önce toplanıp kurutulursa karabiber, olgunlaştıktan sonra kabukları soyularak kurutulursa beyaz biber elde edilir. Her iki biber de baharat olarak kullanılır. Karabiberi ister tane olarak, ister toz halinde alalım, dikkat edeceğimiz en önemli nokta, tazeliği. Havayla temas eden karabiber hızla tazeliğini ve kokusunu kaybeder.
Peki, özellikle üst solunum yolları hastalıklarında sıklıkla kullanılan karabiberin faydaları nelerdir?
Karabiber o kadar önemli ki, tıbbın babası olan Hipokrat’ın ilk ilacının bal, sirke, karabiber karışımı olduğu düşünülüyor.
Karabiber; potasyum, magnezyum, demir, K ve C vitaminleri bakımından oldukça zengindir. Güçlü bir anti-inflamatuar olan karabiber, vücudun ihtiyacı olan A vitaminin de %70’ini karşılayabilir.
Enfeksiyonlu hücrelerin oluşumunu önleyen karabiber; bu sayede ağızda ve dişte biriken mikropların önüne geçip diş çürümesini engelleyebiliyor. Ayrıca dişlerin sararmasını da azaltıyor.
Hem akciğerleri temizleyen hem de vücuttaki nikotin isteğini azaltarak sigara bırakmaya yardımcı olan bir diğer mucizevi karışım ise; zerdeçal, karabiber ve bal karışımı. Bu karışımın aynı zamanda deforme olmuş hücreleri de yenilediği söylenir.
Latince ismi Cuminum cyminum olan kimyon, Mayıs-Haziran aylarında çiçek açar ve Temmuz’da olgunlaşır. Meyvesi köşeli, oval şekilli, 4-5 mm boyundadır. Kendine has bir kokusu olan kimyonun meyveleri sabit ve uçucu yağ, tanen ve reçine içerir.
Tam anlamıyla bir demir deposu olan kimyon, vitamin ve mineraller açısından oldukça zengin olan bir bitkidir. Kimyon tohumu, yüksek oranda kalsiyum, potasyum, magnezyum içerir. A, B12, B6, C ve D vitaminleri açısından da ideal bir kaynaktır. Aminoasitler, protein, karbonhidrat açısından da zengin olan kimyon, lifli bir besindir.
Ülkemizde Ege ve Karadeniz Bölgesinde kültür olarak yetiştirilen kimyonun,Frenk kimyonu denen, Carum carvi diye bir türü de vardır. Daha çok çam ormanlarının altında yetişir. Toros dağlarının Mersin/Adana kesiminde yetişen türüne sıra ismi verilir. Adana, Tarsus ve Mersin bölgelerinde baharat olarak kullanılır ve satılır.
Milattan önceki dönemde kimyonu en fazla Yunanlılar ve Romalılar kullanırmış. Hatta öyle ki Yunanlıların yemek masalarında bizim bugünkü tuz ve karabiberliklerimiz gibi özel bir kimyon kutuları olurmuş. Kimyonu o denli bol kullanıyorlarmış ki, cimriliği kimyon kullanımıyla tarif eder olmuşlar. Cimri bir insana, ‘kimyon tanesini bölen’ anlamına gelen kyminopristes diyorlarmış!
Romalıların ise, kabuklu deniz hayvanları için kullandıkları çok özel sosu; bal, sirke, maydanoz, nane, karabiber ve bol miktarda kimyondan oluşuyormuş. Aynı karabiber gibi kimyon da para yerine geçermiş ve vergi ödemeleri kimyonla yapılabilirmiş.
Yemeklere tat vermesiyle ünlü kimyonun en önemli özelliği spazm çözücü ve gaz söktürücü olmasıdır. Özellikle midede şişkinlik hissi, sindirim güçlüğü gibi hazımla ilgili sorunlarda ve iştahsızlıkta kullanılır. Amacına göre, iştah açıcı ve gaz söktürücü olarak kullanıldığında yemeklerden yarım saat önce, sindirim güçlüğünde kullanıldığında ise yemeklerden sonra içilmesi önerilir.
Kimyon çayı: Aktardan alınan olgun tohumlardan 1-2 tatlı kaşığı bir bardağa konur, üzerine 1 bardak kaynar su dökülüp üzeri kapatılarak 10-15 dakika demlendirilirGünde iki kez sabah ve akşam yemeklerinden önce birer bardak içilir. Bu çay ayrıca hafızayı güçlendirir ve depresyon tedavisinde etkilidir. Stres ve gerginliğe iyi gelir, sakinleştirir ve gerginliğinizi alır. Gece yatmadan birkaç saat önce içilen bir fincan kimyon çayı, daha rahat uyumanızı sağlar.
Kimyonun diğer faydaları;
• Midevidir: iştahı açar ve sindirimi kolaylaştırır.
• Mide ve bağırsaklardaki gazı söktürür.
• Diyareyi hafifletici etkisi vardır.
• İdrar söktürücüdür.
• Sinirleri uyarır
• Terletici etkisi de bulunmaktadır
- Sivilcelere, cilt kızarıklıklarına ve lekelere, cilt tahrişlerine ve güneş yanıklarına iyi gelir. Cildi canlandırır.